11 Kasım 2008 Salı

Kafka: Aforizmalar #108


"Ama sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi işine döndü." Belki de hiçbirinde geçmez ama, açık seçiklikten yoksun eski hikayeler yığınından kulağımıza tanıdık gelen sözlerdir bunlar.

Kafka: Aforizmalar


"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde."

Tutunamayanlar #3


"Biraz aklınız karışacak galiba efendimiz. Bilmem ki. Karışsın Olric. Bugüne kadar boş bir kağıt gibi temiz kaldı. İyi koruduk uzun süre. Biraz da zorlansın. Saflığını kaybetsin biraz. Aklımız, maceralardan korkmasın biraz. Ne demek biraz? Hiç korkmasın. Hiç yorulmadan mı ölelim istiyorsun? Sonra Oblomov gibi erken ölürüz. İyiyi kötüden ayırmasını öğrenmek istiyorum. Uğraştı da beceremedi desinler. Biraz heyecanlanıyorum; bilmediğim, görmediğim hayallerin baskısını hissediyorum, efendimiz. Sizin için korkuyorum. Belki, çok önceden hazırlığa girişmeliydiniz efendimiz. Gülünç olurum diye mi korkuyorsun Olric? Zarar yok, gülünç olalım. Bir yere varalım da ne olursak olalım. İyi aklıma getirdin Olric: Don Kişot'u da almalıyız. Çok iyi niyetli bir ihtiyardır. Aklın macerası önemli Olric. Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada."

Tutunamayanlar


"Beynim yağ bağlamış olacak. Büyük ve güzel şeylerin dışarı çıkmasına izin vermiyor. Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İnsana benzetirsek, onlara acımaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. Sen de korkuyor musun Günseli? Senin için korkuyorum sadece Selim. Doğru değil, ben bunu gerektirecek bir şe yapmadım sana. Bir sürü gevezelik ettim. Bitmesi gerekirdi bunların artık. Yeni sözler yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söyemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım."

Tutunamayanlar #2


"Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgili olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa bir "kitapları koruma derneği" kurulmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. Herkes bu işi yapamaz. Bazı zalim insanlar, binbir itinayla hazırlanan o çiçek gibi kitapları alırlar, hiçbir kotuyucu tabakaya sarmadan, evet olduğu gibi üst üste koyarlar; sonra kalın ve çirkin bir iple bağlarlar. Zavallı kitapların, özellikle en üstte ve en altta kalanları, bu işlem sırasında kurban edilirler: kapakların üstünde haç biçimli yaralar meydana gelir. Kaba taşıyıcılar da onları oradan oraya fırlatırlar. Lekeler ve buruşukluklar kitapları incitir. Kapaklar, dizgiler, baskılar için gösterilen bunca itinaya yazık olmaz mı? Satıcılar da gelişigüzel dizerler onları: isimlerini bile öğrenmeden. Onlar için en iyi kitap en çok satan kitaptır. Müşterinin ne biçim bir insan olduğuna bakmadan, yalnız en çok satılan kitapları överler onlara. Bu adamları bir imtihandan geçirerek yeterlik belgesi verilmeli Olric. Herkes kitap satamamalı. Cahil kitapçıların iyi okuyucuları rahatsız etmelerine izin verilmemeli artık. İyi okuyucu az bulunan, ürkek bir kuş gibidir. Kapıdan girer girmez kaçırmamalı onları. Bir zamanlar Selim Balkanların ve Ortadoğu'nun en hassas okuyucusu olmakla övünürdü. Bu çeşit okuyucular daha kapıdan içeri girer girmez sonsuz bir hürriyet havası duymalıdırlar. Kitapları serbestçe koklayarak başıboş dolaşabilmelidirler. Oysa, bu cahil kitapçılar hemen yanına yaklaşır, tüyler ürpertici kitap adları sayarlar. Kendi akıllarınca müşteriye yararlı olmak isterler. Ne gibi bir kitap istediğinizi sorarlar size: Polisiye bir şey mi olsun, yoksa aşk bir romanı mı? Bazı kitapları insanın burnuna sokarak bunların çok tutulduğunu, herkesin satın aldığını söyleyerek baskı yaparlar. Oysa bu okuyuculkar kaçmak için küçük bir bahaneye bakarlar: uçup giderler hemen. Bu az bulunur kuşların çekingenliğini hep yanlış yorumlarlar aptal kitapçılar. İşte, derler, ne istediğini bilmeyen bir müşteri daha. "Aşkın Günahları"nı sattım gitti. Olmazsa Gece Kokan Cinayet'i yuttururum. "Bu "iyi" kitapları uzatmakla, zavallılara nasıl hakaret ettiklerini bilmezler. İnsan bazı kitapçıları kapıda görünce, onların bekleyişinden korkar da içeri adımını atamaz."

Oğuz Atay'ın Günlüğü


"Türk aydını, bütün eksiklerine rağmen dünyayı tanımak istiyor. Biz geri kalmış bir ülke değiliz, fakir düşmüş bir soyluya benzetilebiliriz ancak. Arap ülkeleri bütün petrol gelirlerine rağmen ne yapacağını, parasını nasıl kullanacağını bilmiyor. Amerikalı, Avrupalı kendi dışındaki kültürleri sadece inceler; bizim samimiyetimiz ve sıcaklığımızla benimsemez. Bu soğuk ve mesafeli bir davranıştır. Öğrendiklerini istismar etmek ister. Bu yüzden kaliteyi sömürür. İnsanla ilgisi sadece kendi insanı bakımındandır. Bir Afrikalıyı, bir Hintliyi, bir Çinliyi, bir Rus'u bir Türk'ü hissedemez içinde. Her şeyi bir anatomi masasına yatırır, kusurlarını ortaya koyar, sahip olabileceklerini alır -mülkiyet duygusu-. Edebiyatta bile çıkarına bakar. Bir Puşkin'i anlayamaz. Dostoyevski'ye, Tolstoy'a yaklaştığı gibi yaklaşamaz. Biz Steinbeck'in pamuk ve şeftali toplayan işçileriyle birlikte acı çekeriz, Hamlet'in meselesine katılırız. Palto bizi derinden sarar. Batılı değerlendirir, biz severiz."
5 Ocak 1975

Yan Etkiler


"Benimle ve kızımla birlikte Milano'da opera seyrederken Needleman locadan eğildi, aşağıdaki orkestra yerine düştü. Bunun bir kaza olduğunu kabullenmeye gururu elvermedi. Bir ay boyunca her gece operaya gitti, her gece kendini locadan aşağı attı. Çok geçmeden hafif beyin sarsıntısı teşhis edildi. "

Los Angeles Yolu


"Merdiven basamakları fareler gibi ciyaklardı. Biz ikinci katın sonundaki dairede yaşıyorduk. Kapının tokmağına dokunur dokunmaz moralim sıfıra indi. Her seferinde böyle olurdu. Babam hayattayken bile sevmediğim bir evde yaşıyorduk. Hep evden kaçmayı ya da ev değiştirmeyi düşlerdim. Farklı oslaydı eve dönmenin nasıl bir duygu olacağını merak etmişimdir hep, ama farklı kılmam için ne yapmam gerektiğini hiçbir zaman keşfedemedim."

Karlar Ülkesi


"Karlar ülkesinde yapraklar dökülmeye ve rüzgarlar ürpermeye başlayınca bulutlu ve soğuk günler birbirini izler. Havada kar vardır. Uzaktaki ve yakındaki dağların, bu yörenin insanlarının dediği gibi, "doruklarına" kar düşer. Kıyıda deniz gürler, iç kısımlarda da, tıpkı uzaklarda patlayan gök gürültüsü gibi, dağların "merkezleri uğuldar". Dağların dorukları ve uğuldayan merkezleri karın artık uzak olmadığını haber verir."

Bunker Tepesi Düşleri


"Yatağa uzandım ve uyudum. Uyandığımda alacakaranlıktı, ışığı yaktım. Daha iyi hissediyordum kendimi, yorgun değildim. Daktilonun başına oturdum. Bir cümle yazmaktı niyetim, bir mükemmel cümle. Bir mükemmel cümle yazabilsem iki de yazardım, iki yazabilirsem üç de yazardım. Üç mükemmel cümle yazabilsem kimse durduramazdı beni zaten. Ama ya yazamazsam?"

Ülkesi Olmayan Adam

"Hükümetimiz, şirketlerimiz, medyamız, dini ve hayır kurumlarımız ne kadar yoz, açgözlü ve kalpsiz olurlarsa olsunlar müzik yine de muhteşem olacak. Eğer ölecek olursam, Tanrı korusun, mezar taşıma şöyle yazsınlar:
Tanrının varlığına Kanıt olarak Sadece müziğe İhtiyaç duymuştu"

Roma'nın Batısı

"Babamın unutulmuş bir azize dua etme fikri kafama takılmıştı. Son derece yerinde bir fikirdi. Azizler temiz yürekli, acı çekenlere yardım etmek için yanıp tutuşan varlıklardı. Ama babamın dediği gibi, popüler olanlarının işleri başlarından aşkındı. Dualarıma yanıt almanın sırrı binlerce yıl önce unutulmuş, cennette ondan yardım isteyecek birini boş yere bekleyen merhametli ve müşfik bir ihtiyar bulmaktı."

Üzümün Kardeşliği

"Sonra tuhaf bir şey oldu. Babam öldü. Kaptırmış çalışıyor, harç ve taş arasında fırıldak gibi dönüyorduk ki birden babamın dünyadan ayrıldığını hissettim. Yüzünü taradım, orada yazılıydı. Gözleri açıktı, elleri hareket ediyordu, harç karıyordu; ama ölmüştü, ve ölümde tek bir sözü yoktu söyleyecek. Bazen hortlak gibi gidip bir ağacın dibine işiyordu. Gidip işiyorsa nasıl ölü olabilir ki, diye soruyordum kendime. Bir hayaletti artk, bir ceset. İyi olup olmadığını sormak istiyordum ona, hayatta olup olmadığını; ama ben de çok yorgun ve ölmekle meşguldüm, cümle kurmaya mecalim yoktu. Kağıt üzerinde görebiliyordum soruyu, daktilo edilmiş, soru işareti yerleştirilmiş; ama dillendirilemeyecek kadar ağırdı. Hem ne fark ederdi? Hepimiz bir gün ölecektik."

1933 Berbat Bir Yıldı

"Geleceğimin etrafımda dalgalandığını hissedebiliyordum; parlak günler, beni bekleyen heyecan dolu yıllar. Bütün büyük adamların hissettiği bir şeydi bu; kemiklerinde bir coşku, onları diğerlerinden farklı kılan gizemli bir enerji. Onlar biliyorlardı! Farklıydılar. Edison sağırdı. Steinmetz kambur. Bebek Ruth öksüz, Ty Cobb yoksul bir Georgia Çocuğu. Giannini sıfırdan başlamıştı. Herkes Henry Ford'un deli olduğunu düşünmüştü. Carnegie cüceydi, bendeniz gibi. Tony Canzoneri varoş çocuğuydu. Yoksul genç adamlar, sihirli değnekle kutsanmış, Amerika'da talihi bulmuş. Allahtan babam Torricella Peligna'dan ayrılacak kadar sağduyu sahibiymiş! Zor zamanlardan geçiyorduk, ona şüphe yoktu, işsizlik hat safhadaydı; ama ünle kutsanmışları harikulade bir gelecek bekliyordu.."

Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi

"Her yeni dize bir başlangıçtır ve kendinden önce gelen dizelerden bağımsızdır. Her dize ile baştan başlarız. Ve o kadar da kutsal filan değildir. Dünya yazarların yokluğuna kanalizasyon yokluğundan çok daha kolay katlanır. Ve dünyanın bazı yerlerinde ikisinden de çok az var. Ben kanalizasyonsuz yaşamayı yeğlerim elbette, ama ben hastayım.
İnsanı yazmaktan alıkoyabilecek tek şey kendisidir. Yazma isteğini gerçekten duyan kişi mutlaka yazar. Reddedilme ve aşağılanma onu güçlendirir sadece. Ve engellenişi ne kadar uzun sürerse o kadar güçlenir, barajda yükselen su gibi. Yazmakla kaybedilecek hiçbir şey yoktur; uyurken parmaklarınızı güldürür; insanı kaplan gibi yürütür, gözlerini ateşleyip ölümle yüz yüze getirir. Bir savaşçı gibi ölür, cehenneme şeref konuğu olursunuz. Sözün kumarı. Oyna, çevir çarkı. Karanlıkta palyaço ol. Gülünçtür. Gülünçtür. Yeni bir dize daha.."

Factotum

"Azimli olmadığım doğru ama azmi olmayan insanların da yaşayabilecekleri bir yer olmalıydı, mevcut yerlerden daha iyi bir yeri kastediyorum. Sabahın altı buçuğunda bir çalar saatin sesine uyanıp yataktan fırla, giyin, zorla bir şeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara, başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan fırsata müteşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. Nasıl razı olunur böyle bir yaşama?"

Yaşamın Ucuna Yolculuk

"Herhangi bir yol. Bu yolun İstanbul'da bitmesi bir rastlantı. Kenti, ülkeyi, yolları ben seçmedim ki. Hiçbir yerde değilim. Hiçbir yerde olmayacağım. Hiçbir şeyi benimsemeyeceğim. Uzay kentlerini andıran bu otelde yıllar boyu binlerce insan konaklayacak. Ben onlardan birincisiyim. Burada oturuyorum ve temmuz ayının zaman zaman bulutlanan gökyüzüne bakıyorum. İnsanlarla konuşuyorum. Özlediğim tepelere bakıyorum. Her tepe benim değil mi? Her toprak. Her insan. Her insan ben değil miyim. Her insan kendi sevgisini taşımıyor mu. O Halde neden ilişkileri bir insanda toplamak. Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplumdışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılayamıyor. Aklımı ellerinişzden kurtardım. Geçti. Ben gökyüzümün altında, topraklarımın üzerinde olacağım. Toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunca sürekli gideceğim."

Gölgesizler

".. bir oturuş biçiminin içinde aynı anda kaç kişi oturur, diye sormuştu. O saatte aklını böyle bir soruya takmasını saçma bulmuştu gerçi, gene de aynı duruşun içinde duran binlerce insanı düşünmekten kendini alamıyordu. Ona göre binlerce kişi, ayrı ayrı yerlerde birbirinden habersiz binlerce duruşu tekrarlıyordu böyle, binlerce duruşu bedenlerini köprü kılarak geleceğe taşıyordu. Aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp aynıı noktada yaşıyorlardı."

Yazmak Eylemi

"Kaptansız bir gemideyiz. Hiç kimse nereye gideceğimizi bilmiyor. Amaçsızca gökboşluğunda kanat çırpan kuşlar gibi ordan oraya gidiyoruz. Ama çaldığımız tüm kapılar kapalı. Vardığımız her yer, boyumuzu aşan bir duvar. Deliksiz taş bir duvar. Ardında neler olup bitiyor, bilen yok."

Cehenneme Övgü

"Yaşamın kutsal olduğu inancına varmamız rastlantı değildir. Uygarlığımız, yaratıcı biçimde kullanılan insan enerjilerinin bir toplamıdır. Edebiyat, müzik, mimarlık, tıp ve felsefenin tümünü, enerjilerini yaratıcı biçimde yönlendiren bireylere borçluyuz. bu tür yaratıcı faaliyetler yaşamı korunmaya değer kılar. Ancak yarattığımız güzelliğe dayanarak, insanlık harikalarından, insanın zenginliğinden ve insan dehasından söz edebiliriz. Kendimize düzdüğümüz methiye, yarattığımız bu 'güzelliğe' dayanır. Güzellik görece bile olsa, yaratma eylemi, zihnin ve duyuların geniş boyutlara ulaşması, insanın erişebileceği en yüksek düzeydir. Tarih boyunca yaratıcılığımızın böyle nice örnekleri olduğu içindir ki, yaşamı korumaya değer buluyoruz."

Cennetin Dibi

"Evet okulların, hapishanelerin özelleştirildiği gibi (ki seçmen davranışlarına göre de çoğunluk bundan yana) sıra geldi çağdaş tapınaklarımızın, törenlerimizin özelleştirilmesine. Artık ibadet yerleri ve dini törenlerimiz egemen ruhban sınıfın imtiyazlarını korumak yerine, inananların tercih ve beğenilerine göre düzenlenecek. Hiç şüphem yok ki dinlerimiz daha popüler ve demokratik olacak, hem de ömürleri uzayacak.

Özelleştirenlerin herhalde ilk yapacakları iş, şimdiye kadar dinlerin ücretsiz olarak sorumsuzca bol keseden babalarının malıymış gibi dağıttığını, para karşılığı sunmak olacaktır. Bugün Katolik kilisesi ayinlerinde, az bile verilse ekmek ve şarap bedava. Üstelik tecrübeli ve kültürlü bir hatipten günün can alıcı sorunlarıyla ilgili bir konferans ve daha sesi bozulmamış genç oğlanlar korosundan org eşliğinde nefis bir konser dinleyebiliyorsunuz. Üstelik ırza geçmek ya da adam öldürmüş olmaktan tutun da can sıkıntısına kadar bütün özel sorunlarınızı gizleyerek, kanundan korunarak, bir kafes arkasından papaza danışabiliyorsunuz. Günümüzün hızlı ve çok yönlü yaşam anlayışına uygun olarak, günah çıkarma ve tüm diğer hizmetler tek bir mekanda peşpeşe sunuluyor. Şayet seçiminizde itina gösterdiyseniz mekanlardan mekan da beğenebilirsiniz. İsterseniz çağdaş İskandinav mimarisi kiliseler, isterseniz nefis .yüzyıl katedrallerinde bu hizmetlerden bedava yararlanabilirsiniz. Ekmek ve şarap bir McDonald's hamburgeriyle koladan, vaaz sıradan bir politikacının yalanlarından, koro ve org beş on dakikada doldurulan kasetlerden, günah çıkarma psikanaliz şarlatanlığından daha hoş değil mi? Bir bilete değmez mi bunların hepsi? İnanın, kiliseye, camiye gitmiyorsanız bedava diyedir. Türümüzün bir özelliği bu. Bir yandan beş para etmeyen şeylere dünyanın parasını verir, bir yandan da maddi değeri yok diye dünyanın en güzel şeylerinin bedava olduğunun farkına varmaz ya da küçümseriz."

Amat

"İlk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da, zavallı bir kadının kocasını da, savaşa giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da.. Bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. Üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın."

Isis

"Tam planladığım gibi. Varlığım yok oluyor. Hayatımın bütün olayları var - ama ben yokum. Artık 'ben' yok; başıma bütün bu dertleri açan 'ben' yok oldu. Şimdi sadece pasif izleyici 'ben' var, bütün iğrenç sıfatlarımdan kurtulmuş bir ben... Bu iyi bir şey. Sanki hayatım boyunca tek istediğim buymuş gibi geliyor. Sahnenin dışında olmak. Hayata karşı ahlâk çerçevesi dışında bir duruş almak. Suçluluk duymamak. Korku duymamak. Sadece, hayat."

Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri

"Sen yakasına yapıştığın her insanı korkak mı sanıyorsun? Yoksa ölümsüz olduğun için korkusuzluğun sana mı mahsus olduğunu düşünüyorsun? Benim dünyada tattığım en büyük lezzet, hayat değil, insanlık! Her zaman olduğu gibi, şimdi de yaşıyor olmanın değil, insan olmanın zevkini çıkarıyorum. Anlattığım her hikâye için bana bir saat süre verdiğin için sana müteşekkirim. Fakat şunu iyi bil: ben bu süreyi yaşamak yerine, hikâye anlatmak için kullanıyorum."

Suskunlar

"Ne var ki her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, âdemoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir mâsum, gördüğü anda O'nu tanıyabilirdi. Bunun için belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu. Ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billûr kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebedîyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti. Nasıl ki ancak boş bir kadeh İsâ^nın kanıyla doluyorsa, aynı şekilde sadece her şeyi unutan bir gönül ilahî esintiyle dolardı."

Puslu Kıtalar Atlası

"Üzerindeki cübbe nasıl ki yünden meydana geliyorsa, müzik de aynı şekilde sessizlikten meydana gelir. İşte içinde yaşadığın dünya da, bu şekilde hiçlikten yaratıldı. Ama hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. Bu parça ikiye bölündü ve birisi, boş bir levha olarak sana verildi. Senin gördüğün karanlık işte bu levhadır. Boş olduğu için elbette ki onda ışık yok, böylece sen levhada karanlığı görüyorsun. Ama dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan bu karanlıktan sen, düşler yaratıyorsun.."

Uyuyan Adam

"Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı.

Ölmedin. Delirmedin.

Felaketler yoktur, başka yerdedirler. Ufacık bir bela seni kurtarmaya yeterdi belki de: Her şeyini kaybederdin, savunacak bir şeyin olurdu, ikna etmek için, duygulandırmak için söyleyecek sözcüklerin olurdu. Ama sen hasta bile değilsin. Ne gündüzlerin ne de gecelerin tehlikede, gözlerin görüyor, ellerin titremiyor, nabzın düzenli, kalbin çarpıyor. Eğer çirkin olsaydın, belki çirkinliğin göz alıcı olurdu, oysa çirkin bile değilsin, ne kambursun, ne kekeme, ne çolak, ne de kötürüm, topal bile değilsin.

Hiçbir uğursuzluk dolaşmıyor başında. Bir ucubesin belki, ama bir cehennem ucubesi değil. Kıvranmaya, ulumaya ihtiyacın yok. Hiçbir sınama beklemiyor seni, hiçbir Sisyphos kayası, hiçbir kupa hemen alınmak üzere sana sunulmayacak, hiçbir karga göz yuvarlarına göz dikmedi, hiçbir akbaba sabah, öğle ve akşam gelip senin karaciğerini didiklemek gibi sıkıcı ve tatsız bir işi başına almayı düşünmedi. Yargıçların önünde af dileyerek, merhamet dilenerek sürünmek zorunda değilsin. Kimse seni mahkûm etmiyor, suç da işlemedin. Kimse sana bakışlarını derhal iğrenerek çevirmek üzere bakmıyor.

Her şeyi kollayıp gözeten zaman, sana rağmen çözümü açıkladı.
Cevabı bilen zaman akmaya devam etti.
Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, her şey yeniden başlıyor, her şey devam ediyor.

Düş gören bir adam gibi konuşmaktan vazgeç..”

Kitab-ül Hiyel

"Zaten gerçeğin kendisi bir mucizeydi. O her bakımdan şaşılacak, hayret edilecek ve hayran olunacak bir yaratıydı. Sözgelimi evliyanın biri, müridlerinin gözü önünde yerden bir avuç balçık aldıktan sonra onu yoğurup bir kuş heykeli yapsa ve bu heykeli imanıyla canlandırdıktan sonra onu göklere salıverse, çamurdan yapılan bu kuşun uçmasına herkes şaşırırdı. Fakat bunun ardından insanoğlunun o umarsız hastalığı başgösterirdi: Aradan birkaç yıl geçtikten sonra hemen herkes bu durumu kanıksar, ve zamanla büyüyüp çoğalan, tarlaları bayırları dolduran o mucizevi kuşlara dönüp bile bakmazlardı. Belki de, "ve in yerev ayeten yu'ridü ve yekuülü sihrün müstemirr" ayeti kerimesince, her mucize onların gerçeklik duygusunun bir parçası olurdu. Üstelik bu duyguyu zedeleyenlerden nefret ederlerdi.."